18. KUREYŞ KARŞI ÇIKIYOR
islAın'ıa ilk günlerinde, Peygamberin etrafındakiler sık sık gruplar halinde Mekke'nin dışındaki derelere gider ^e kimseye görünmeden cemaatla namaz kılarlardı. Fakgt bir gün bir kaç putperest onlar namaz kılarken yanlarına geldiler ve alay etmeye başladılar. Sonunda karşılıklı çatışma başladı ve Zühre kabilesinden. Sa'd kafirlerden birine bir devenin kaburgası ile vurdu ve onu yaraladı. Bu İslam'da ilk kan dökme idi. Fakat o günden sonra, Allah aksini emredinceye dek şiddetten kaçınmaya karar verdı-'fcr. Çünkü Vahv sürekli olarak Peypamber'e. dolavtsıvte .onlara sabrı tavsiye ediyordu: «Onların demftlrine karşı şefi sabret ve onlardan güzel kopma (düşünce ve eylem ba-. lamından köklü bir tutum) İle kopup ayrıl» (Müzzemmil: 10). ve «Sen şimdi o küfretmekte olanlara bir mühlet ver, kendilerine az bir süre tanı.» (Müzemmil: 10)
Bu şiddet eylemi iki taraf için de bir İstisna teşkil ediyordu. Çünkü Kureyş'in tümü, Peygamber (s.a.v.) onu açıkça tebliğ ettikten sonra bile, yeni dine hoşgörü gösteriyordu. Bu hoşgörü, yeni dinin kendi tanrılarına, ilkelerine ve kökleşmiş geleneklerine karşı çıktığını farketm eleri ne dek devam etti. Bunun farkına vanr varmaz,~bir grup ileri gelen adam Ebu Talib'e gitti ve onun yeğeninin etkinliklerini sınırlaması gerektiğini söylediler. Ebu Talib onlara yatıştırıcı bir cevap verdi; fakat onun hiçbir şey yapmadığını görünce tekrar ona geldiler ve şöyle dediler: «Ey Ebu Talib, sen aramızda en şerefli ve en yüce konuma sahip olansın ve biz senden kardeşinin oğlunu kontrol altında tutmanı istedik, fakat sen böyle yapmadın. Tanrıya andol-sun ki, babalarımızın hor görülmesine, tanrılarımızla alay edilmesine ve tanrılarımıza küfredilmesine dayanamayız. Ya onu engelle, ya da biz her ikinize de savaş açalım.» Ebu Talib büyük bir üzüntü içinde yeğenine haber gönderdi. Geldiğinde ona kendisini tehdit ettiklerini söyledi ve: -Ey kardeşimin oğlu, kendini ve beni koru. Benim üstüme taşıyabileceğimden fazla yük yükleme» dedi. Fakat Peygamber (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: «Allah'a andolsun ki, benim bu yolu bırakmam için Güneşi sağ elime, Ay'ı da sol elime verseler, Allah dinini zafere ulaştırmadıkça veya ben bu yolda harap olmadıkça bırakmam» (IX 168). Daha sonra gözlerinde üzüntü belirtileriyle gitmek üzere ayağa kalktı, fakat amcası onu. geriye çağırdı ve şöyle dedi: «Ey kardeşimin oğlu, git ve istediğini yap, çünkü Tanrı'ya andolsun ki seni hiçbir konuda yüzüstü bırakmayacağım.»
Sözlerinin Ebu Talib tarafından yerine getirilmediğini görmelerine rağmen, Kureyşliler yine de onun yeğenine doğrudan saldırmakta tereddüt ettiler. Çünkü kabilesinin şefi olarak Ebu Talib, onu koruyabilecek güçteydi ve Mekke'deki her şef, kendi adına şeflik kurumuna saygılı olunmasını isterdi. Bu yüzden, ilk olarak Mekke'de hiçbir koruyucusu bulunmayan ve yeni dine giren zayıf kişilerle uğraşmaya karar verdiler.
O günlerde, birlikte meselenin özünü tesbit etmek için bir dayanışma kurulu oluşturdular. Durum çok ciddiydi, Hac zamanına kısa bir süre kalmıştı vo Arabistan'ın her tarafından Araplar Mekke'ye geleceklerdi. Kureygliler konukseverlikleri İle meşhurdular. Onlar konuklarına sadece yiyecek ve içecek sağlama bakımından değil, her geleni tan-nlanyla birlikte kabul ettikleri için konukseverdiler. Fakat bu yıl hacılar, Muhammed (s.a.v.) ve taraftarlarının, putları horgördüğünü farkedecekler ve babalarının dinini, bırakıp bir çok dezavantajlara sebep olacak yeni dine girmeye çağrılacaklardı. Şüphesiz onların bir çoğu bir daha
Mekke'ye gelmeyecekler, bu da hem ticareti hem de Mescid'in koruyucularının şerefini ve haysiyetini kötü duruma sokacaktı. En kötü ihtimal ise Arablann birleşerek Kureyş-lileri Kutsal Mescid'den çıkarmaları ve orayı başka bir kabilenin kontrolüne vermeleriydi, aynen Kureyş'in Huzaa'h-ları, Huzaa'lılarm da Cürhümileri kovmaları gibi. O halde Mekke'ye gelen Arab'lara, Muhammed'in (s.a.v.) Kureyş'i temsil etmediği iletilmeliydi. Fakat onun Peygamber olduğunu yalanlamak kolay olsa da, bu, insanları onun konuşmalarını dinlemeye dolaylı bir teşvikten öte gitmiyordu. Çünkü onlar da merak edip kendileri karar vermek isteyeceklerdi. Bunun yanısıra onlara söylenecek başka şeyler de olmalıydı; işte onların zaafı buradaydı. Bazıları onun için mecnun (deli) demeyi uygun buldu. Bazılarına göre ise o bir kahin, bir şair veya bir büyücü olmalıydı. Bu sıfatlardan hangisinin hacıları daha çok etkileyip ikna edeceği konusunda, kabilenin en etkili adamı olan Muğirenin oğlu Velid'e danıştılar. Velid, bu sıfatların hedeften uzak olduğunu söyledi. Fakat ikinci bir kez düşündüğünde söz konusu adamın gerçekte bir büyücü olmasa da, büyücülerle ortak bir noktası olduğuna karar verdi. O bir adamı, babasından, kardeşlerinden, karısından veya genelde tüm ailesinden ayırma gücüne sahipti. Bu yüzden Velid onlara Muhammed (s.a.v.) 'in kaçınılması gereken bir büyü gücüne sahip olduğu fikrinin ortak hücum alanı olması gerektiğini söyledi. Bu tavsiyeye uymaya karar veren Kureyş-liler, Mekke'ye ulaşan tüm yollan kesip, yolcuları bu konuda uyarmaya da karar verdiler. Çünkü onlar Muhammed (s.a.v.) "in insan kazanmada ne denli başarılı olduğunu biliyorlardı. Bu tür vaazlar vermeye başlamadan önce O. Mekke'nin en sevilen adamı değil miydi? Ne dili belagatını, ne de görünüşünün etkileyiciliğini kaybetmemişti.
Plânları titiz bir şekilde uyguladılar. Sadece bir özel durumda başlangıçta yanlışa düştüler. Beni Gıfar kabilesinden Ebu Zer adındaki bir adam -bu kabile Mekke'nin kuzey batısında, Kızıl Deniz yakınlarında yerleşiktir- Peygamber (s.a.v.) ve ona karşı çıkanlar hakkında çok şeyler duymuştu. Kabilesindeki diğer insanlar gibi, Ebu Zer de bir eşkiya idi; fakat onların aksine Tann'nın birliğine inanıyor ve putlara saygı beslemeye karşı çıkıyordu. Kardeşi Üneys bir iş için Mekke'ye gitmiş ve dönüşünde Ebu Zer'e Mekke'de peygamber olduğunu iddia eden ve Allah'tan başka Tanrı yoktur, diyen bir adamın varlığından ve onun kabilesi tarafından dışlandığından bahsetmişti. Orada gerçek bir peygamberin varolduğuna inanan Ebu Zer hemen Mekke'ye doğru yola çıktı. Mekke'ye girişte yolunu kesen Kureyşliler onun tüm öğrenmek istediklerini, sormasına gerek kalmadan anlattılar. Ebu Zer zorluk çekmeden Pey-gamber'in evini buldu. Peygamber o sırada avlunun bir köşesinde yüzünü Örtüsüyle örtmüş bir halde, bir şilte üzerinde uyuyordu. Ebu Zer onu uyandırdı ve selam verdi,
-Selam üzerine olsun» dedi Peygamber. Ebu Zer, «Sözlerini bana oku» dedi. Peygamber: «Ben şair değilim benim okuduğum şey Kur'an'dır ve konuşan ben değilim, Allah konuşuyor» dedi. Ebu Zer: O halde benim için oku» dedi. Peygamber (s.a.v.) ona bjr sure okudu, bunun üzerine Ebu Zer; «Allah'tan başka tanrı olmadığına ve Muham-med (s.a.v)'in O'nun rasulü olduğuna şehadet ederim» dedi. Peygamber «Hangi kabiledensin?» diye sordu, adamın cevabı üzerine şaşkınlık içinde onu süzdü ve: «Şüphesiz Allah kimi dilerse, hidayete ulaştırır- dedi[1]. Beni Gıfar kabilesinin hemen hemen tümünün hırsız olduğu biliniyor, du. Ona Islâml emirleri öğrettikten sonra, Peygamber (s.a. v.), halkının yanına dönmesini ve emirlerini beklemesini söyledi. Bu yüzden O, Beni Gıfar'a döndü ve onun aracılığı ile çoğu kişi İslâm'a girdi. O sırada Ebu Zer eski Mesleğine devam ediyordu, fakat bu kez Kureyş kervanlarına özel bir ilgi gösteriyordu. Bir kervanın yolunu kestiğinde, eğer kervan dakiler Allah'ın birliğini ve Muhammed (s.a.v.)'in O'nun Rasulü olduğunu kabul ederlerse, aldığı malları geri veriyordu.
Başka bir karşılaşma ise. Gıfar gibi batıda yerleşen bir başka kabilenin, Beni Devs'in İslâm'a girmesine neden ol-
du. Devs'li bir adam olan Tufeyl daha sonraları, Mekke'ye vardığında büyücü Muhammed'le konuşmaması ve onu ailesinden ve halkından ayrılabileceğinden dolayı hiç dinlememesi için nasıl uyarıldığını anlatır. Kureyş bu uyarılara çok önem veriyor ve yolcuları çok etkiliyordu. Tufeyl büyülenmekten o denli korkmuştu ki Mescid'e gitmeden önce kulaklarına pamuk tıkamıştı. Peygamber (s.av.) oradaydı, adeti olduğu üzere Yemen köşesi ile Hacerü'1-Esved arasında, yüzü Kudüs yönüne çevrili ve Kabe'nin gü-ney-doğu duvarı hemen önüne gelecek şekilde namaz için yerini almıştı. «Okuduğu Kur'an âyetleri o kadar yüksek tonda değildi, fakat buna rağmen ayetlerden bir kısmını bana işittirdi, duyduğum şeyler çok güzeldi. Bu yüzden kendi kendime şöyle dedim: Ben sağduyulu bir adamım ve şairim, yanlış ile doğruyu ayıramayacak kadar cahil de değilim. O halde neden bu adamın söylediklerini işitmemeli-yim? Eğer doğruysa kabul ederim, yanlışsa bırakırım. Peygamber (s.a.v.) oradan ayrılana dek bekledim ve giderken onu takip ettim. Tam evine girdiği sırada hemen arkasından, ben de girdim ve: «Ey Muhammed (s.a.v.) senin kabi-lendeki adamlar bana böyle böyle dediler, ben de o kadar korktum ki senin sözlerini duymamak için kulağıma pamuk üfledım. Fakat imkansız olduğu halde Tanrı bana senin sözlerini işittirdi. O halde kim olduğunu bana söyle dedin.»
Peygamber (s.a.v) ona İslam'ı anlattı ve Kur'an okudu; Tufeyl de kelime-i şehadet getirdi. Daha sonra İslâm'ı tebliğ etmek için halkının yanma döndü. Babası ve karısı İslam'a girdiler, fakat geri kalan Devs'liler küfürde ısrar ettiler. O da Mekke'ye büyük düş kırıklığı içinde döndü ve Peygamber'den onlara beddua etmesini istedi. Fakat bunun yerine Peygamber onların doğru yolu bulmaları için dua etti ve Tufeyl'e şöyle dedi: «Halkının yanına dön, Onları İslam'a çağır ve onlara tatlılıkla muamele et.»[2]. Tufeyl bu tavsiyelere harfiyen uydu ve yıllar geçtikçe daha çok Devs'li aile İslâm'a girdi.
Peygamberce karşılaşmadan önce Tufeyl, sadece onun düşmanlarına rastlamışti; fakat diğer hacılar, kendilerine düşmanlarınkinden çok farklı bir hikâye anlatan Peygamber s.a.v.) taraftarlarıyla karşılaştılar ve her biri yaratılışının gereği olarak inandı. Tüm bunların sonucunda, Arabistan'ın her yerinde iyi veya kötü olarak yeni.dinden bahsediliyordu. Fakat yeni din hiç bir yerde Yesrib vadisindeki kadar yaygın bir konuşma teması haline gelmemişti.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] t S. IV, 164.
[2] I.1.252-1.