73. ÖLÜMLER VE BÎR DOĞUM VA'DÎ
Hicret'in sevinç dolu bu sekizinci yılının başlarında aynı zamanda bazı üzüntüler de yaşanıyordu. Peygamber (s.a.v.)'in ailesinde meydana gelen ölümlerden İlki kızı Zeyneb'in ölümüydü. Babası ölürken Zeyneb'in yanındaydı, damadına ve torununa teselli dolu sözler söyledi. Daha sonra Şevde ve Ümmü (r.) ile birlikte Ümmü Eymen (r.)'e cesedi gömülmeye hazır hale getirmelerini söyledi. Ölüye gusül abdesti aldırdıktan sonra Peygamber (s.a.v.) içine giydiği bir elbiseyi çıkardı ve onlara cesedi bu kumaşa sarmalarını söyledi. Daha sonra cenaze namazını kıldırdı ve mezann başında dua etti.
Peygamber (s.a.v.)'e çocuk doğuran tek karısı Hatice idi. Medine'liler, Peygamber (s.a.v.)'in Medine'de de bir çocuğunun doğmasını istiyorlardı. Şu anda yaşayan eşlen arasında sadece ikisinin Ümmü Seleme (r.) ve Ümmü Habibe kendisinden önceki kocalarından çocukları olmuştu. Her yeni evlilikte Medine'liler bir çocuk doğması ümidiyle sevince kapılıyorlar; fakat bir müddet sonra tüm sevinçleri yok oluyordu. Çünkü Peygamber (s.a.v.) 'in Hatice'den sonra evlendiği hiç bir kadından çocuğu olmamıştı. Fakat kızının ölümünden kısa bir süre sonra, onun tekrar baba olacağı, ortaya çıktı. Kıptî cariyesi Mariye bir çocuk bekliyordu. Medine'liler, Peygamber (s.a.v.)'in onu çok sevdiğini bildikleri ve onu sevindirmek istedikleri için zaten
Mariye'ye çok iyi davranıyorlardı. Bu. haberi duymalarıyla ona besledikleri sevgi ve ilgi iki katına çıktı.
Umre'den döndükten yaklaşık üç ay sonra Peygamber (s.a.v.) Suriye sınırındaki kabilelere barışçıl amaçlarla onbeş elçi gönderdi. Fakat onların dostça selâmlarına ok yağmuru ile cevap verildi. Dövüşmek zorunda kalan elçilerin biri hariç hepsi öldürüldü.
Bir tek Ölümle sonuçlanan, fakat daha büyük politik öneme sahip olan bir olay daha meydana geldi. Peygamber (s.a,v.) daha önceden Dihye el-Kelbi'yi Kayser'e yazdığı ve cevap alamadığı mektupla birlikte Basra valisine göndermişti. Gassan'lı bir kabile başkam Basra'ya gönderilen ikinci elçinin yolunu kesmiş ve elçiyi öldürmüştü. Çoğunlukla Hristiyan olan Gassan'hlann Kayser'in elçisinden yardım isteme riskine rağmen bu tür bir hareket cezasız bırakılamazdı.
Peygamber (s.a.v.), üç bin kişilik bir ve Zeyd (r.)'in kumandasında Gassanhlara gönderdi. Eğer Zeyd (r.) öldürülürse yerine Cafer (r.), o öldürülürse Abdullah îbn Revana tr.) geçecekti. Üçü de öldürülürse, ordu kumandanını kendi seçecekti. Daha sonra Peygamber (s. a.v.) Zeyd'e beyaz bir sancak verdi ve diğer arkadaşlarıyla birlikte, orduyu Uhud'un kuzeyindeki iki tepe arasındaki veda geçidine kadar yolcu etti.
Abdullah'ın yanında velayeti altında olan yetim bir çocuk vardı, onu semerin arkasına bindirmişti. Yol boyunca çocuk, Abdullah'ın ordu geri döndüğünde Suriye sınırlan içinde kalma isteğini ifade eden mısralar okuduğunu duydu. «Bu mısraları duyunca ağladım» dedi çocuk, «Benim ağladığımı görünce kamçısının ucu ile bana dokundu ve: «Zavallı arkadaşım, niye üzülüyorsun? Eğer Allah bana şehitlik nasib eder, ben de bu dünyadan, meşakkatlerinden, dertlerinden, acılarından ve olaylarından kurtulur-sam, sen semerin üstünde rahat olarak geri döneceksin» dedi. Bundan sonra, geceleyin yapılan bir molada iki rekat namaz kıldı ve arkasından uzun süre dua etti. Daha sonra beni çağırdı. Ben: 'Buradayım, emrindeyim', O: 'İnşallah bu şehadettir' dedi»[1].
Ordu Suriye sınırına geldiğinde, sadece tüm kuzey kabilelerinin değil, Kayser'in temsilcisinin de birleşip kendilerine karşı savaşacağını duydular. Hep birlikte ordunun yüz bin kişi kadar olduğu söyleniyordu. Tabii ki bunda abartma payı da vardı. Bununla birlikte Zeyd (r.) bir savaş konseyi toplamaya karar verdi. Adamların çoğu bu durumun hemen Peygamber (s.a.v.)'e bildirilmesi gerektiği ka-naatindeydüer. Peygamber (s.a.v.) ya onlara geri dönme emri verir ya da yardımcı kuvvet gönderirdi. Fakat Abdullah bu fikre karşı çıktı. Konuşmasını Uhud'dan dnce söylenen ve gelecekte bir çok savaştan önce söylenecek olan karşı konulamayacak bir cümle ile bitirdi: «Önümüzdeki iyi şeyden biri var; ya zafer ya şehitlik —Cennet bahçelerindeki kardeşlerimize katılıp onlara arkadaşlık etmeli O halde haydi ileri!».
Abdullah'ın bu sözleri etkili oldu ve ordu kuzeye doğru ilerlemeye devam ettiler. Şimdi uzun ve derin yatağından doğu sınırında yükselen tepelerle ayrılmış olan Ölü Deniz'in güney ucundan çok uzakta değillerdi. Birkaç saatlik yürüyüşten sonra düşmanı gördüler. Bizans kuvvetleriyle birleşmiş olan Arap ordusunun gerçek sayısı ne olursa olsun Müslümanlar ilk bakışta onların kendilerinden kat kat fazla olduğunu farkettiler. Sayıca bu kadar dengesiz bir savaş deneyimleri yoktu, ve hiçbiri şimdiye kadar imparatorluğun süvarilerinde gördükleri kadar zengin savaş aletleriyle karşılaşmamıştı. Bizans süvarileri ortada, Arap kuvvetleri ise iki yanında yer alıyordu. Bedir'de Akankal tepelerinden, inen Kureyş ordusunun şimdi gördükleri orduyla karşılaştırıldığında çok az silah ve zırh vardı. Bunun yanısıra düşman ordusu onların gelişini bekliyordu ve lejyonlar savaş konumunda onlan karşılamaya hazır bekliyorlardı.
Arazinin eğimi kendi aleyhlerine olduğu için hemen karşı karşıya gelmekten kaçınan Zeyd (r.), güneye, Mute'ye doğru çekilme emri verdi. Orada arazi bakımından avantajlı olacaklardı ve savaş düzenine girme fırsatları olacaktı. Sayıca çok fazla olduklarının farkında olan düşman ordusu, Müslüman ordusunu Mu'te'ye kadar İzledi. Düşman ordusu yaklaştığında onların beklediği gibi geri kaçmak yerine Zeyd saldırı emri verdi.
O anda Peygamber (s.a.v.) için Medine ile Mu'te arasındaki uzaklık yok olmuştu. Peygamber (s.a.v.) beyaz sancağı ile Zeyd'in orduyu nasıl düşmana doğru ilerlettiğini görüyordu. Onun yere düşene kadar birçok ölümcül yara aldığını, arkasından sancağı Cafer (r.)'ın alıp onun da şehit olana kadar savaştığını gördü. Daha sonra sancağı Abdullah aldı. Onun yönettiği saldırı düşmanın ölüm saçması ve kendisinin de şehadetiyle sonuçlandı; adamları düzensiz bir şekilde geri çekildiler Ensar'dan biri olan Sabit tbn Erkam (r.) sancağı aldı ve Müslümanlar tekrar düzene girdiler. Bunun üzerine Sabit sancağı Halid'e vermek istedi. Fakat Halid (r)., bu şerefe Sabit (r.) 'in daha çok hakkı olduğunu süyleyerek kabul etmedi. Sabit: «Al şunu, ben sadece sana vermek için onu yerden almıştım» dedi. Bunun üzerine Halid kumandayı aldı ve safları birbirine yaklaştırdı. Düşman o kadar düzenli yaklaşıyordu ki Müslümanlara düzenli bir saldırı yapmak için arada belli bir mesafe bırakıyordu. Saldın karşı tarafın zaferiyle sonuçlandı, fakat bu basandan hiçbir şey elde edemediler. Müslümanlardan ise, üç lider dışında sadece beş kişi şehit olmuştu. Bu nedenle bu bir bakıma Halid (r.) için bir zaferdi. Peygamber (s.a.v.) savaşta Zeyd (r.) Cafer (r.) ve Abdullah (r.)'m arka arkaya şehadetini anlattıktan sonra. «Daha sonra Allah'ın kılıçlarından biri sancağı aldı ve Allah onlar için yolu açtı» dedi. Yani Müslümanları güvene kavuşturan yolu açtı, demek istiyordu. Bu günden sonra Halid'e «Alah'm kılıcı» adı verildi.
Peygamber (s.a.v.) savaşı anlatırken gözlerinden yaşlar bosamyordu. Namaz vakti geldiğinde namazı kıldırdı
ve her zaman yaptığı gibi, topluluğa yüzünü dönmeden, Mesclis*ten ayrıldı. Akşam ve yatsı namazlarında da aynen böyle yaptı.
O sırada Cafer'in evine gitmiş ve: «Ey Esma, bana Cafer'in çocuklarını getir» demişti. Yüzündeki ifadeden şüphelenen Esma çocukları getirdi. Peygamber (s.a.v.) onları öptü ve gözleri tekrar yaşlarla doldu. Esma: «Ey Allah'ın Rasulü, ey bana anamdan ve babamdan daha sevgili olan, seni ağlatan ne? Yoksa Cafer ve arkadaşlarından haber mi aldın?» dedi. «Evet» dedi Peygamber (s.a.v.), -bugün vuruldular». Esma acı dolu bir çığlık attı, onu duyan diğer kadınlar yardıma geldiler. Peygamber (s.a.v.) evine döndü ve birkaç gün sürecince Cafer'in ailesine yemek hazırlanmasını emretti. «Acıları, onları, kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar meşgul ediyor» dedi.
Ümmü Eymen (r.), Üsame (r.) ve Zeyd (r.)'in ailesinden diğerleri Peygamber (s.a.v.)'in evinde idiler. Onlara daha önceden Zeyd (r.)'in ölüm haberini vermişti. Eve dönerken Zeyd (r.î'in küçük kısmın sokakta ağladığını gördü. Çocuk, onu görünce koştu ve kollarına atıldı. Peygamber (s.a.v.) şimdi kendini tutamayarak ağlıyordu. Çocuğu göğsüne bastırdığında tüm vücudu hıçkırıklarla sarsılıyordu. Sa'd îbn Ubade Cr.) o sırada oradan geçiyordu. Kendi kendine teselli edecek birşeyier araştırarak «Ey Allah'ın Rasulü, bu da ne?» diye mırıldandı. Peygamber (s.a.v.} «Bu maşukunu arzulamayı seven biri» cevabını verdi[2].
O gece Peygamber (s.a.v.) rüyasında Cennet'i gördü. Zeyd (r.), Cafer (r.), Abdullah .) ve savaşta şehit olanların hepsi cennetteydiler. Cafer (r.)'i melekler gibi uçarken gördü. Şafakta mescide gitti. Ashab onun üzüntüsünün hafiflediğini farkettiler. Namazdan sonra her zaman yaptığı gibi topluluğa döndü. Daha sonra Esma'ya gitti ve rüyasını anlattı. Esma teselli olmuştu.
Halid (r.) ve adamları Medine'ye döndüğünde Peygamber (s.a.v.) Mukavkıs'm kendisine hediye ettiği beyaz
katırı —Düldül— istedi. Cafer (r.)'in en büyük oğlunu bu katıra bindirerek onları karşılamaya gitti. Medine'li kadın ve erkekler yollara dökülmüştü. Ordu yanlarından, geçerken onlara alaylı sözler söylediler ve kum attılar. «Kaçaklar» diye bağırdılar. «Allah yolunda savaştan kaçtınız im?» «Hayır» dedi Peygamber ts.a.v.) onlar kaçak değil, fakat inşallah tekrar savaşa gitmek için geri dönenler»[3].
Mu'te'deki geri çekilme, kuzeydeki Arap kabilelerine, yeni îslâm devletine karşı koyma cesareti verdi. Bundan bir ay sonra Beli ve Kuda'a kabilelerini güneye yütümek amacıyla Suriye sınırında toplandıkları haberi geldi. Fakat bu kez Kayser'in orduları yardıma gelmemiş görünüyordu. Peygamber (s.a.v.1 Amr (r.)'ı üç yüz kişi üe birlikte gerektiğinde savaşmak, mümkün olduğunda da müttefik kazanmak üzere gönderdi. Amr (r.) 'm kumandan olarak seçilmesinin nedeni, bu kabilelerden biriyle Amr'ın akrabalık bağının olmasıydı. Amr'ın annesi Belî kabilesinden bir kadındı. Gece yolculuk yaparak ve gizli yerlerde kamplar kurarak çok dikkati çekmekten korundu ve on gün içinde Suriye sınırına ulaştı. O yıl kış erken gelmişti. Bu kadar kuzeyde yaşamaya alışık olmayan Mekke'li ve Medine' lüer son kamplarını kurar kurmaz hemen yakacak aramaya başladılar. Fakat Amr, küçücük bir ateş yakmayı bile yasakladı. Karşı gelenler şu sözlerle susturuldu: «Siz beni dinleyip itaat etmekle emrolundunuz, o halde öyle yapma.
Düşmanın beklediklerinden daha fazla sayıda toplandığını farkedince, şimdilik yerel yardımların da gelmeyeceğini ümit ettiği için, hemen Cuheyne'li bir adamı Peygamber (s.a.v.)'den yardımcı kuvvet istemesi için gönderdi. Ebu Ubeyde (r.) derhal ikiyüz kişilik ek kuvvetle geldi. En yakın sahabelerden biri olduğu ve daha önceki bütün savaşlarda rol aldığı için Ebu Ubeyde (r.) kendisinin yetkili olmasını istiyordu. Fakat Amr Cr.) yeni gelenlerin sadece yardırnci kuvvet olduğunu ve kendisinin genel kamandan olması gerektiğini vurguladı. Peygamber Cs.a.v.) Ebu Ubeyde (r.)'ye iki kuvvet arasında tam bir birlik olmasına ve aynlık olmamasına dikkat etmesini tenbih etmişti. Bu yüzden Ebu Ubeyde (r.) isteğinden vazgeçti ve Amr'a: «Eğer sen bana itaat etmeyeceksen, Tanrıya andol-sun ben sana itaat edeceğim» dedi. Peygamber (s.a.v.) bu sözleri duyduğunda Ebu Ubeyde'ye rahmet diledi.
Amr, besyüz kişilik ordusunu Suriye sınırından geçirip İlerlediğinde düşman dağıldı. Sadece kısa sûren karşılıklı bir ok yağmuru oldu. Geri kalanı, oturanların kaçtığı kamp yerleriyle karşılaşmaktan ibaretti. Düşman kabileler orada olmadığı için, dost unsurlar kişiler ve gruplar ortaya çıktılar. Bu nedenle Amr (r.), Peygamber (s.a.v.)'e Suriye sınırında İslâm'ın etkisini tekrar kurduğunu belirten bir mektup gönderdi.
Bu etki, artık Medine vahasının her tarafındaki kabilelere yayılıyordu. Nedenler sadece ruhsal değildi- Artık Peygamber tsa..v.) tehlikeli, hesaba gelmez bir düşman ve güçlü, güvenilir ve cömert bir müttefik olarak tanınıyordu. Onunla karşılaştırıldığında diğer müttefikler daha az çekici ve daha zararlı idi. Bazı durumlarda politik ve dinî dürtüler birbirinden ayrılamayacak denli bir bütün teşkil ediyorlardı. Fakat yavaş yavaş ilerleyen, yine de güçlü ve etkili olan, politikadan ve mü'minlerin İslâm mesajını yaymak için yaptıkları açık girişimlerden bağımsız bir faktör vardı. Bu da yeni dini uygulayanları karakterize eden belirgin bir huzurdu. Allah'ın birliğini gösteren Kur'-an, aynı zamanda bir Rahmet ve Cennet kitabıydı. Rasu-lÜn ögretileriyle birlikte onun âyetlerinin okunması, mü'-minlerl kapasiteleri dahilinde bazı şartlan yerine getirdiklerinde kolayca ebedi saadete kavuşabileceklerinden emin kılıyordu. Ortaya çıkan huzur, bir iman kriteri idi. Peygamber (s.a.v.) şöyle diyordu: «Şartlar ne olursa olsun. İnanan için hepsi iyidir.»*.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] W. 750.
[2] I. S. III/l, 32.
[3] W. 765.